Usta Gazeteci-Yazar Atilla Köprülüoğlu’nun son kitabı “Süveyda” raflarda yerini aldı.
Esat Erçetingöz ‘ün Genel Yayın Yönetmenliği’ni üstlendiği kitabın arka kapak tanıtımını;
“Yaşayan En Büyük Türk Şairi” Ataol Behramoğlu, 54 Yıldır TV Habercisi Sözcü Yazarı Uğur Dündar, Tiyatro Sanatçısı ve Mizah Devi Müjdat Gezen ile Ülkemizin İlk İletişim Uzmanı Prof.Dr. Haluk Şahin yazdı.
Köprülüoğlu, kitabını şöyle anlattı;
“Süveyda’nın “İsim Babası” benim 40 Yıllık Dostum Meslektaşım Şair Sevgili Ünal Ersözlü!
Kitabın hazırlanması aşamasında isim konusu gündeme gelince Süveyda’yı önerdi Ünal.
Ne yalan söyleyeyim, ben ilk kez duydum.
Ardından da Bergamalı Şair Metin Altıok’un yazdığı
‘Yeni bir sözcük öğrendim geçenlerde rastlantı sonucunda;
Eskiden yüreğin ortasında bulunduğu sanılan siyah nokta,
Yani mecazi anlamda bir gizli niyet, bir duygu ve düşün,
Ve bitki biliminde tohumun içindeki o itici güç sürgün. Yoklayın kendinizi şimdi hepiniz sonra söyleyin bana;
Nedir yüreğinizdeki siyah nokta, gizli niyet: Süveyda?’
dizelerini okuyuverdi.
Ve ekledi dostum; ‘Altıok’un 33 yıl önce yazdığı şiiridir.
‘Bir Acıya Kiracı’ kitabındadır …’
Sonra Süveyda’nın kalpte küçük bir siyah nokta olduğunu…
‘Gönül noktası’ ya da “Gören gönlün göz bebeği” olarak kabul edildiğini… Murathan Mungan’ın oyunlaştırılan ‘Geyikler Lanetler’ kitabında da -bir kadın kahramanının ismi- olduğunu öğrendim…
Çok hoşuma gitti ‘Süveyda’.
Derin etkileyiciydi ve oldukça anlamlıydı.
Bu kitap da, çıktığı günden beri (10 yıl olmuştur) aralıksız ve hiç aksatmadan yazdığım 9 Eylül Gazetesi’nde ve diğer mecralardaki yazılardan bir seçki niteliğinde.
Belirli bir tarih sıra gözetilmeden…
Çoğunluğu portre türü yazılar, hayatın içinden öyküler…
Her biri sevgi, hoşgörü ve vefa duyguları ekseninde. Net olan; hepsinin adeta içtenlikli bir kalbin birikintisi özelliği taşıması. Düşüncenin şiirin, vefanın, vicdanın, dostluğun kardeşi olmak istedim yazılarımla.
‘His kırıntılarımı’ paylaşmak istedim, ‘Yaşamak, hatırlamaktır’ diyerek…
Bir meslek büyüğümün ifadesiyle, ‘Kör bir hizarın dişlilerine takılmış Türkiye’nin çıkışlardan çok inişlerle süren yolculuğuna’ 80’lerin başından beri eşlik eden ve
asla muhabir ruhunu da kaybetmemiş, gazetecilikten başka da işi olmamış bir gazeteci olarak…
Ülkü Tamer’ce:
‘Yüreğimin -gönül noktasında- kalmış renkleri, izleri yazıya döktüm.
Biliyorum; Hepimizin yüreği ağır, göğsü, gözü dolu…’
Yine bilge sözüne sığınarak;
Zaman Biziz,
Hayat Biziz,
Hepsi Bu…”